"Anadolu'nun Kapısı, Türkiye'nin Tapusu Ahlat" İlhami NALBANTOĞLU
12 Ekim 2017 Perşembe
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ "19. YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİNİN BÖLGESEL POLİTİKALARA ETKİSİ" İlhami NALBANTOĞLU, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı-AKSAV
11 Ağustos 2017 Cuma
"BABASININ OĞLU" (Abdullah Nalbant Usta'nın Oğlu, İlhami Nalbantoğlu) Recep ACAY
Recep ACAY
Abdullah
Nalbant Usta, 1930'lu yılların başından 1980'li yılların ortalarına kadar, 50
yıla yakın bir süre Ahlat Halk Hekimliğinin yeri doldurulmaz tek efsanevi
kişisi olarak, büyük ve kutsal bir görevi yerine getiriyor.
Gerek
insan sağlığında, gerek hayvan sağlığında tek başına bir sağlık kurumu gibi
hizmet sunuyor Ahlat insanına. Ve bu hizmetleri yaparken, hiç kimseden ama hiç
kimseden tek bir kuruş bile karşılık kabul etmiyor. Ayrıca, yaşamının son
yıllarında ekonomik olanakları çok iyi olmamasına karşılık kendisine sunulan
yardım tekliflerini asla kabul etmiyor.
Ailesi ile
birlikte, Abdullah Nalbant Usta, önce, Kafkasya'dan Türkiye'ye geliyor. İlk
durağı Iğdır'ın yakın köylerinden biri oluyor. Sonraki yıllarda Erciş'e
yerleşiyor. Son durağı ise Ahlat oluyor.
O,
Ahlat'ı, Ahlat halkı da Abdullah Nalbant Ustasını seviyor. Taki 70 yaş üzerinde
ebedi aleme intikal edinceye kadar. Abdullah Nalbant Usta, yakalandığı amansız
hastalık nedeniyle Ankara'ya getiriliyor. Numune Hastanesi'ne yatırılıyor.
Yapılan tetkiklerde kötü hastalığın bütün vücudunu sardığı görülüyor. Doktorlar
tıbbi olarak yapacakları hiçbirşeyin olmadığını söylüyor.
Hastaneden
çıkarılan Abdullah Nalbant Usta, uçakla Ankara'dan Van'a, Van'dan da ambulansla
Ahlat'taki evine götürülüyor. Bir Cuma günü, büyük güclükle yatağının içinde
abdesini alıyor, namazını kılıyor. Başını yastığa koyuyor. Bir elini büyük
oğlunun elinin içine koyarak kelime-i şahadet getiriyor ve gözlerini hayata
yumuyor.
Ahlat Halk
Hekimliğinin Efsane İsmi, Abdullah Nalbant Usta’nın oğlu, İlhami Nalbanoğlu
benim arkadaşım, dostum.
Diyarbakır
Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın "Kültür Komitesi"nde
birlikte çalıştık. Ve bu çalışma sırasında ben İlhami Nalbantoğlu'nu yakından
tanıma şansına sahip oldum.
2010
yılında, Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı; "Tüm Yönleriyle
Diyarbakır Sempozyumu'"nun 2.sini gercekleştirdi. Bu sempozyum
projesininin hazırlanmasında, Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan destek alınmasında,
İlhami
Nalbantoğlu'nun büyük katkısı oldu. Başarılı bir şekilde gerçekleştirilen bu
Sempozyumun ayrıca; Prof.Dr.Necdet Adabağ, yazar Remzi İnanç, İlhami
Nalbantoğlu ile Zülfükar Sayın'dan oluşan Yazım Kurulu tarafından 2011 yılında,
EFİL Yayıları tarafından kitabı çıkarlıdı.
Ahlat'ta
doğan İlhami Nalbantoğlu; ilk ve ortaokulu Ahlat'ta, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi'nde
başladığı eğitimini ise, Bitlis Lisesi'nde tamamladı.
Ahlat
Kültür Vakfını kurdu, uzun yıllar bu Vakfın başkalığını yaptı. Bu süreç içinde
7 kitap yayınladı.
Ressam ve
Hat sanatçısı olan Nalbantoğlu, İstanbul, Ankara, Berlin ve Ahlat olmak üzere
12 sergi ile sanatseverlerle buluştu.
Nalbantoğlu,
Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı'nın Kurucular Kurulu üyesi, Ahlat Kültür Sanat
ve Çevre Vakfı'nın Başkanlığını da sürdürmektedir.
21 yıldan
beri, Ahlat Kültür, Sanat ve Çevre Vakfı'nın yayın organı olan "Ahlat
Gazetesi"ni başarıyla çıkarmaktadır.
Ayrıca,
Türkiye Yazarlar Birliği, Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği GESAM,
İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği İLESEM, Diyarbakır Kültür ve
Yardımlaşma Vakfı "Kültür Kurulu" Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı
Yayın Kurulu ve SANART üyesidir.
İlhamiNalbantoğlu,
evli olup, 2 kızı, Eser adlı bir erkek
ve Ayşe Beliz adlı bir kız torunu vardır.
İlhami
Nalbantoğlu, Başbakanlık Merkez Teşkiatı’nda 42 yıl hizmet verdikten sonra
Başbakanlık Mevzuat Dairesi Başkanlığı
görevinden emekli oldu.
İşte, baba
ve oğlunun doğup büyüdükleri kente ve ülkemize yaptıkları bunlar. Abdullah
Nalbant Usta’ya Allah’tan rahmet
diliyorum.
İlhami
Nalbantoğlu'na da başarılarının devamını ve sağlıklı bir gelecek
diliyorum. Onunla dost olmaktan da gurur duyuyorum.
Tıpkı,
babasının yatığı yerden evladından gurur duyduğu gibi.
Not: Bu
makale, “Ahlat Halk Hekimliğinin Efsane İsmi Abdullah Nalbant Usta” adlı
kitaptan yararlanılarak yazılmıştır.
9 Ağustos 2017 Çarşamba
AHLATLI DERVİŞOĞLU KAVALCI RECEP…
AHLATLI DERVİŞOĞLU KAVALCI
RECEP…
1845 yılında Ahlat’ta doğdu.
Gençlik yılları burada geçti. Geçimini sağlamak için ömrünün bir kısmını Batum’da çalışarak
geçirdi. Küçük yaşta tanıştığı kavalıyla bazen din felsefesine dalar, bazen hiciv ve mizahla seslenir bazen
de methiyeleriyle ruhlara hitap ederdi. Sesinin pek güzel olmadığından
yakınırdı. Şiirlerinin büyük bir kısmında
Yunus Emre’nin etkisi vardır. Okur yazar olmadığı için eserlerini yazılı
olarak bırakma olanağından yoksun kalmıştır.
Şiirlerinden pak azı günümüze kalmıştır. Bu da hafızalarda kalanların
derlenmesiyle ancak başarılabilmiştir. Şiirlerini kavalıyla renklendiren eşine
rastlanmayan önemli bir halk ve hak aşığıdır.
Dervişoğlu sırtındaki kavalını tevazu ile dudakları
arasında gezdirir. Allah’a karşı özleyiş duyarak, aykırı hırs ve duyguları
doğruluk ve inanışa davet eder. Allah’ın kurallarına karşı sevgisini
kazanmalarını arzu eder. Bunun için Hakkın büyüklüğünden, hakimliğinden, kudret
ve kuvvetinden bahseder. İnsanların ölümü hatırlamalarını ve işlerini ona göre
ayarlamalarını diler. Dünya malına düşkünlüğün karşısındadır. İnsanların
arkasından konuşulmasının ve dedikodunun aleyhindedir. O’na göre dünya
yalandır. İnsanlara ancak yapabilecekleri iyilikler kar kalacaktır. Düşkünlere
el uzatma icap eder, cehaleti reddeder. Cahillerin meclisinde bulunmak şöyle dursun, ayak bile basılmamalıdır.
Dervişoğlu’nun şiirlerinde
tasavvuf öğelerine rastlamak mümkündür. Bu nedenle O’nu tasavvuf şairleri
arasında göstermek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Buna karşın
Dervişoğlu’nun softa tavrı yoktur. Sürekli olarak mütevazı bir derviş tavrı
takınmıştır. Yaşamının unutulmaz anlarında meydana gelen olaylar karşısında
irkilmiş, kendi düşünce tarzını sade tatlı bir üslupla, basit, macerasız
feryadı andıran sözlerle ile getirmiştir. Yarı aydınlık bir fecir aleminin
derinliklerinden gelen ilahi bir ses gibi ruhlara bitmez tükenmek izler bırakan
duyuşları çırpınarak, hıçkırış ve yalvarışlarla ortaya koymuştur.
Dervişoğlu, duygu ve duyuşlarını
zaman zaman kavalıyla terennüm eder, hak ve doğruluk üzerine inşa edilmiş
fikirlerini düz, sıkıcı etkilerden kurtararak söyler. Ömrünün uzun bir kısmı
yoksulluk içinde geçen Dervişoğlu’nun
sesinin pek güzel olmaması, döneminde değerinin bilinmemesine neden
olmuştur. O, bu gerçeği kabullenmiş,her sanatçı gibi değerinin kendisinden
sonra anlaşılacağını dile getirmiştir. Dervişoğlu, kendisini herkesten,
kaybolan bir parlaklığı isli bir lambayla aydınlatmak ister gibi
gücendirmeyecek bir eda ile geçmişin karanlıklarına dalan hayalinin ufukları
seyreden gözlerine verdiği cesaretle, meşakkat dolu yaşamının izbeliğini beka
ve hak fışkıran Vanlığının talihsizliğine bağlamış, yıllar boyunca süregelen
ince duyguları saran varlığını doğanın özene bezene yarattığı bir güle
benzeterek daldan aşağı bittiğini dile getirmiştir. Buna karşın O’nun
şiirlerinde edebi şekil aramamak gerekir. O’nun da böyle bir edebi endişeye
kapılmadığı aşikardır. O, gönlünü dinler, coşup taşan duygularını değiştirmeden
ve süslemeden hissettiği gibi ortaya koyar.
Dervişoğlu, pek çok Ahlat’lı gibi
geçimini temin etmek maksadıyla yaşamının belirli bir dönemini o yıllarda pek
rağbette olan Batum’da çalışarak geçirmiştir. Batum’a gitmek üzere Ahlat’tan
ayrıldıktan sonra tekrar dönüşüne kadar geçen zaman içinde pek çok olayla
karşılaşmıştır. Bunlarla ilgili duygularını da dile getirmiştir. Bunlardan çok
az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Zaman zaman döneminin ünlü ozanları
ile atışmalara da katılmıştır. Aşık Summani ve Aşık Karari ile olan atışmaları
dikkate değer niteliktedir.
Dervişoğlu, yaradanına olan aşkı yanında beşeri aşklardan da
nasibini almıştır. Üç büyük aşk yaşadığı bilinmektedir. Elif, Gülperi ve
Zeliha, Dervişoğlu’nun aşık olduğu ve duygularını dile getirerek ilham aldığı
kadınlardır.
Dervişoğlu, 1915 yılında 70
yaşında Ahlat’ta büyük aşkı yaradanına kavuşmak üzere dünyasını değiştirdi.
Hey ağalar ne illerin gelmiştir
Kara karga tarla kuşun beğenmez
Oğullar babayı, kızlar anayı
Taze gelin kaynanayı beğenmez.
Güzel var dünyada söylenir namı
Güzel var artırır günbegün şanı
Güzel var bulunmaz bir parça nanı
Zengin fakir o güzeli beğenmez.
Hak nasip eylesin farzı, sünneti
Yiğit olan kaldıramaz minneti
Hak yarattı yetmiş iki milleti
Hiçbir millet bir milleti
beğenmez.
Gel benim ördeğim gel benim kazım
Ben ölenden sonra kim çeker nazım
Söyle Dervişoğlu sana ne lazım
Kocalmışsın kızlar seni beğenmez.
7 Ağustos 2017 Pazartesi
AHLAT (AKSAV) KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI YAYINLARI: "BİTLİS PLÂTFORMU" 1 - Yayın No: 8
AHLAT (AKSAV) KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI YAYINLARI: "Kısa kıssa öyküler, Ahlatlı Tahsin Usta, Umudun Çiçeği Açsa İçimde; Gevher ALADAĞ, Tüm Yönleriyle Diyarbakır 2. Sempozyumu
3 Ağustos 2017 Perşembe
Yazar: İlhami NALBANTOĞLU, Kitap: "KISA SISSA ÖYKÜLER" Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Yayınları, No-17 (Prof. Dr. İSA KAYACAN'ın Yorum, Takdim ve Son Sözü ile..)
29 Temmuz 2017 Cumartesi
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı (AKSAV) Eserler Resimler ve Fotoğraflar; İlhami NALBANTOĞLU & KİTAPLAR: Bedenleri Her Yerde Ruhları Bitlis'te, ABDULLAH NALBANT USTA
24 Temmuz 2017 Pazartesi
AKSAN AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI YAYINLARI,IV ULUSLARARASI VAN GÖLÜ HAVZASI SEMPOZYUMU & EDİTÖR-Edited by, Prof. Dr. OKTAY BELLİ
AKSAN "AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI" (Eğitim, Bilim, Kültür, Sanat, Turizm ve Ekonomik Perspektif) YAYINLARI, NO: 01, 02, 03, 04, 05, 07, 07, 08, 09
Etiketler:
02,
03,
04,
05,
07,
08,
09,
Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı İlhami NALBANTOĞLU,
AKSAN "AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI" YAYINLARI,
NO: 01
22 Temmuz 2017 Cumartesi
BİR KÜLTÜR SEVDALISI.., İlhami NALBANTOĞLU - Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı
BİR KÜLTÜR SEVDALISI
Prof. Dr. İsa KAYACAN
Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı
Posta kutusundan aldığım mektuplar arasında yerel bir gazete de vardı. Beklemediğim bu durumla ilk kez karşılaştığım için, görevliler yanlışlıkla koymuş olabilirler diye düşündüm. Üstünde benim adımın yazılı olduğunu görünce dikkatle bakıp inceledim, bu bir Burdur Gazetesiydi. Aceleyle açıp sayfalarını karıştırmaya başlayınca benim adıma yazılmış bir makale olduğunu gördüm. Yazarının ismi Prof. Dr. İsa KAYACAN’dı, bir de siyah-beyaz fotoğrafı vardı. Tanımıyordum, ancak etiketi ve benim hakkımda yazdıkları oldukça etkileyiciydi. Bir bilim insanın yazdığı övgü dolu sözler kimi etkilemez ki, hoşuma gitmişti.
İlk işim bilgisayar arama motorlarında bu ismi aramak oldu
Ofisime döndüğümde ilk işim bilgisayar arama motorlarında bu ismi aramak oldu, resimlerinden simasının yabancı olmadığını gördüm. Belirli sanat ve kültür ortamlarında karşılaşmış olmalıyız diye düşündüm. Aradan birkaç gün geçmişti ki bir gazete daha düştü posta kutuma, bu bir Kahramanmaraş gazetesiydi, aynı yazı burada da vardı. Birkaç gün sonra bir Şanlıurfa gazetesi, ardından Van gazetesi, daha sonra Gaziantep gazetesi, hepsinde aynı yazı yayımlanmıştı, iyice şaşırmıştım.
Yazarın isminden başka bir iletişim bilgisine sahip değildim. Ankara’da yaşadığını bildiğim için, eline geçer mi geçmez mi kaygısıyla bu yerel gazeteler aracılığıyla teşekkür mektubu yazmak yerine kendisini bizzat görmenin, ziyaret edip teşekkür etmenin daha doğru olacağını düşünüyordum.
“Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?”
Bir gün akşam saatlerinde yorgun bir halde çıkıp asansörün düğmesine bastım, üst katlardan gelen asansör katta durdu, kapıyı açtım ince yapılı bir bey vardı. İyi akşamlar diyerek adımımı içeri attım. Siması yabancı gelmiyordu, hafızamı zorladım evet tanıyordum ama tanışmıyordum. Emin olmak için; “Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?” diye sordum. Evet, yanıtını alınca kendimi tanıttım, dilimin döndüğünce hakkımda yazdığı ve birçok gazetede yayınlattığı yazılar için teşekkür ettim. Çok sakin ve mütevazı bir biçimde beni dinledi. Konuşmamız asansörün çıkış katına gelmesine kadar sürdü, esenlikler dileyerek ayrıldık.
Bu kısa konuşmada bir iletişim bilgisi almak mümkün olmadı. Sadece 4. kattaki arkadaşının bürosuna geldiğini, zaman zaman buraya uğradığını söyledi. Bu kadarı da benim için yeterliydi, ben de hiç olmazsa zaman zaman bu büroya uğrayıp bilgi alabilecek ya da mesaj bırakabilecektim.
Yeni yayınlarımız çıktıkça ben her seferinde İsa Hoca’ya verilmek üzere bir adedini bu büroya bırakıyordum, o da her aldığı kitap için bir yazı yazıyor ve çeşitli yerel gazetelerde yayınlattıktan sonra bir adedini benim posta kutuma gönderiyordu.
İkinci karşılaşmamız bir hastane koridorunda oldu. Gene kısa, gene esenlik ve sağlık dilekleriyle noktalandı. Ama İsa Hoca’nın benim hakkımda yazdığı ve çeşitli yerel gazetelerde yayımlanan güzel, anlamlı, onore edici, cesaretlendirici makaleleri posta kutuma düşmeyi sürdürüyordu.
Son yayımlanan kitabımızın arka sayfasına İsa Hoca’nın övgü dolu satırlarından bir bölüm koymuş, altına da adını yazmıştım. Bu kez gidip bizzat kendisine takdim edip, teşekkür etmek istedim ve arkadaşının bürosunun kapısını tıklattım. Hocanın uğrayıp uğramadığını sordum, kendisine bu kitabı vermek istediğimi söyledim. Arkadaşı, yanıt vermek yerine benim oturmamı işaret etti suskun kaldı. Ayrıcalıklı bir durumun olduğunu hissettim, oturup sessizce bekledim, çok geçmeden arkadaşı:
“Sizin haberiniz yok anlaşılan, Hocayı geçtiğimiz ay kaybettik.”
Derin bir teessür içinde dilim damağıma yapıştı, gözlerim doldu, nutkum tutuldu, bana bunca övgüler düzen bu değerli insana karşı borçlu kalmış, borcumu ödeyecek fırsatı kaçırmıştım. Aradan bir süre geçti, Hoca için bir “Anma Günü” yapılacağı haberini aldım, belki bir katkım olur diye sevindim.
Prof. Dr. İSA KAYACAN'I ANMA PROGRAMI VE PANEL
17 Ekim 2015 günü Ankara’da TÜRK-İŞ toplantı Salonunda İsa Hocayı anma toplantısı yapıldı. Kalabalık bir izleyici kitlesi vardı. Hocamız her yönü ile belleklere bir kez daha kazınmış oldu. Ben bu etkinliğin “Organizasyon Komitesi”nde yer almakla, İsa Hoca’ya duyduğum saygı ve minneti bir kez daha tüm içtenliğimle yüreğimde hissettim.
21 Temmuz 2017 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)